BAŞKA BİR MODERNLEŞME MÜMKÜN MÜYDÜ?

System.Web.UI.WebControls.Label / BAŞKA BİR MODERNLEŞME MÜMKÜN MÜYDÜ? / BAŞKA BİR MODERNLEŞME MÜMKÜN MÜYDÜ? / hamaset.com.tr

24 Nisan 2024 Çarşamba

56 Görüntüleme

KÜLTÜR
İrfan Süha | Türkiye

Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti diyen bu çok sesli “demokrasi korosu” bastırılmış ve susturulmuş, Ankara’da kurulan yeni rejim “devrim ve hız” adına “istibdada” teslim edilmiştir.

BAŞKA BİR MODERNLEŞME MÜMKÜN MÜYDÜ? / hamaset.com.tr

Aile arasında veya arkadaş çevremde söz ne zaman Cumhuriyetin ilk yıllarına gelse ve ben “kuruluşta yapılan yanlışları” söz konusu etsem, hemen karşıma peş peşe şu mazeretler sıralanıyor: Savaştan çıkmış bir ülke… Yıkılmış bir imparatorluğun enkazı… Yoksul, cahil ve eğitimsiz halk… Bizi parçalamak isteyen dış güçler… Saltanatçı/Hilafetçi gerici iç düşmanlar…

“Dönemin şartları” bir kapı gibi yüzüme kapatılıyor ve tartışma bitiyor. Tabi “kafa konforlarını” bozmak istemeyenler için… Fakat rahatımızı biraz bozmalı, bize ezberletilenlerden kuşku duymalı ve “anakronizme” düşmeden samimiyetle sormalıyız: “Dönemin şartları gerçekten hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı gerçek bir hukuk devleti kurmamıza engel miydi? Başka bir cumhuriyet mümkün müydü?”

Cemil Koçak, Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Demirel, Mete Tunçay gibi açık fikirli tarihçilerce erken Cumhuriyet dönemine dair yapılan alternatif çalışmalar bu soruya “evet” cevabı vermemize olanak sağlıyor: “evet, başka bir cumhuriyet ve modernleşme mümkündü!” Yakın tarihimizin daha iyi anlaşılmasını sağlamak adına sade bir üslupla araştırma-inceleme kitapları yazıp belgeseller çeken, şahısları veya kurumları değil, her zaman ilkeleri ve değerleri savunan kültürlü, sakin, olgun ve ılımlı bir muhafazakâr liberal aydın olan gazeteci-hukukçu Taha Akyol’un kitabı Neden 29 Ekim? Cumhuriyet’in ilanına giden yoldaki “liberal işaretlere” dikkat çekmektedir. Dönemin şartları içinde yazılıp konuşulanlara [Meclis zabıt ceridelerine, hatıratlara ve gazete yazılarına] giderek…

Taha Akyol’a göre Millî Mücadele bittiğine ve saltanat kaldırıldığına göre, ülke iki model, iki seçenek arasında tercih yapmak zorundadır artık: kuvvetler ayrılığına dayanan daha demokratik ve özgürlükçü bir cumhuriyet mi; yoksa kuvvetler birliğine dayanan daha otoriter ve devrimci bir cumhuriyet mi? Sanılanın ve Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta iddia ettiğinin aksine, Birinci Meclis’te ve Cumhuriyet’in kuruluş günlerinde kendisine muhalefet edenler “saltanatçı/hilafetçi/gerici” değillerdir. Bu suçlamalar ve ithamlar tamamen siyasidir. Anadolu işgal altındayken, Millî Mücadele sürerken bile Gazi ile Birinci Meclis arasında daima bir “yetki satrancı” yaşanmıştır. Demokrasi şuuruna sahip muhalif vekiller “otoriterleşme endişesi” nedeniyle Meclis Başkanı’nı frenlemeye çalışırken, Paşa da daima elindeki yetkileri arttırmak için uğraşmıştır. Kurtuluşta “savaşı kazanabilmek,” kuruluşta “devrimleri yapabilmek” için…

“Biz inkılabı fikirle yapacağız ki payidar olabilsin… Kanla değil, fikirle inkılap yapacağız” diyen, “Ey Kâbe-i millet, sana da mı taarruz, Ey milletin iradesi, sana da mı taarruz!” diye haykıran, Birinci Meclis’in gür ve demokrat sesi Hüseyin Avni Ulaş… “Fikir zincirlenemez” diyen şehit Ali Şükrü Bey… “Kuvvetler birliğinin sonu istibdattır” diyen Mersin mebusu Selahattin Bey… Başkumandanlık müzakereleri esnasında bir “Napolyon yaratılmasından” endişelenen Afyon mebusu Hulusi Bey…

Liderin partiler ve şahıslar üstünde “tarafsız bir hakem, bir milli rehber, sembolik bir devlet başkanı, kurucu baba” olarak kalmasını, parti reisi sıfatıyla kendisini gündelik politika içinde yıpratmamasını isteyen… Toplumların geçmişe ve geleneğe bağlı kalarak bir “imtidad” içinde değişmesi gerektiğini kabul eden İngiliz siyasi terbiyesine inanmış, inatçı ama ılımlı ıslahatçı Rauf Orbay… “Avrupa devletleri tarzında bir Türk hükümeti vücuda getirmek gerektiğine” inanan, yalnız kalemiyle “hürriyet-i efkâr” fikrini kuvvetle savunan Batılılaşmacı Hüseyin Cahit Yalçın… “Türkiye’nin bir kışla haline getirilmesine” karşı çıkan [ünlü romancımız Orhan Kemal’in babası] Abdülkadir Kemali Bey…

Girilmekte olan dönemi “ihtilal sarası” benzetmesiyle eleştiren İstanbul Barosu Eski Başkanı Lütfi Fikri Bey… En mühim mesele olarak gördüğü “teceddüt” yani yenilik meselesinin nasıl ve hangi şartlar altında yapılacağına dair endişeleri bulunan muhafazakâr demokrat Velid Ebuzziya Bey…  İşte demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti diyen bu çok sesli “demokrasi korosu” bastırılmış ve susturulmuş, Ankara’da kurulan yeni rejim “devrim ve hız” adına “istibdada” teslim edilmiştir.

Genç bir subayken, cephe çadırında, mum ışığında Avrupalı filozofların kitaplarını dikkatle okuyan Fransız İhtilaline derin bir hayranlık besleyen kurucu liderin kafasındaki kültür devrimini hayata geçirebilmesi için muhalefet yerine disiplinli bir tek partiye, eleştirilerin yerine sessizliğe ve itaate, kuvvetler ayrılığının yerine kuvvetler birliğine, demokratik bir rejim yerine otoriter bir rejime ihtiyacı vardı. Daha 1918’de, böbrek sancıları çektiği Karlsbad’da tuttuğu küçük kareli deftere yazdığı gibi, o yavaşlığa ve rızaya değil “hıza ve zora” inanmaktaydı: “Benim elime büyük yetki ve güç geçerse ben toplumsal hayatımızda arzu edilen inkılabı bir anda, bir ‘coup’ [darbe] ile tatbik edeceğimi zannederim.

 Zira ben, bazıları gibi alt tabakanın ve ulemanın zihnini, yavaş yavaş benim zihnimde tasarladıklarım derecesinde arzu ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle hareket etmeye karşı ruhum isyan ediyor.” İlhamını gökten ve gaipten değil “meclis istibdadına dayanan otoriter demokrasilerin manevi babası” Rousseau’dan, Robespierre’den, Napolyon’dan almaktadır. Karabekir’e dediği gibi “muhalefet istememektedir” ve tabiatta-âlemde “kuvvetler ayrılığının olmadığına” adeta iman etmiştir. Ona göre “inkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir!”

Bugün Cumhuriyetin yüzüncü yılında, bir asırlık tecrübe göstermiştir ki ta kuruluştan bu yana “siyaset” hukuktan, “devrimler” kanunlardan, “devlet” bireyden, sivil ya da asker “otoriter liderler” meclisten/milletten/sivil toplumdan her zaman çok daha güçlü olmuştur. Kadim “ceberut/despotik” devlet anlayışını değiştirebilmek/yumuşatabilmek için geçmişimizi, geçmişte yapılan yanlışları çok iyi okumak, bilmek ve öğrenmek zorundayız ki tekrarlamayalım!

Akyol’un yakın siyasi tarihimizi daha berrak, daha anlaşılır kılan ve giderek bir külliyat haline gelen kitapları “zenginlik ve özgürlük” üreten “liberal demokrasi, serbest piyasa, hukuk devleti, şeffaf yönetim, kuvvetler ayrılığı, fikir özgürlüğü, bağımsız yargı, açık toplum” gibi ilkeleri de içselleştirip pekiştirmemize katkı sağlıyor ve erken cumhuriyet çalışmalarındaki olumlu/olumsuz eleştirel aşırılıkları törpülüyor.

*Makalede ifade edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.

 



Yazara Ait Diğer Yazılar

DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.