BÜYÜK GÜÇLER ARASINDAKİ REKABETTE İNSAN HAKLARI

System.Web.UI.WebControls.Label / BÜYÜK GÜÇLER ARASINDAKİ REKABETTE İNSAN HAKLARI / BÜYÜK GÜÇLER ARASINDAKİ REKABETTE İNSAN HAKLARI / hamaset.com.tr

3 Mart 2025 Pazartesi

Çeviren:Haber Merkezi |

Medeni ve siyasi haklar, aynı zamanda vatandaşlara haklarını koruma ve anlaşmazlıkları barışçıl bir şekilde çözme yolları sağlayan demokratik kurumlar için de ön koşuldur.

BÜYÜK GÜÇLER ARASINDAKİ REKABETTE İNSAN HAKLARI / hamaset.com.tr

Yazar: Corban Teague

Çeviri: M. Hulusi Cengiz

Başkan Trump, selefinin insan haklarının ABD diplomasisinin merkezinde yer aldığı iddiasına keskin bir tezat oluşturarak, ulusal çıkarların yönetiminin dış politikasının temelini oluşturduğunu açıkça ifade etmiştir. Ancak Amerikan çıkarlarını güvence altına almak ve temel hakları savunmak, birbirini dışlayan hedefler olmak zorunda değildir. Dünya yeni bir büyük güçler rekabeti çağına girerken, ABD insan haklarını savunmak için daha pragmatik bir yaklaşım benimsemeli ve bunu daha geniş stratejik hedefleriyle uyumlu hale getirmelidir.

Amerikalılar, insan hakları politikamızın daha geniş ulusal çıkarları ilerletmesini beklemekte haklıdır. Aynı zamanda bu çıkarların, Amerika'nın kurucu ilkeleri tarafından şekillendirilmesi gerektiğini de kabul etmeliyiz; bu ilkelerin başında da her insanın “imago Dei” olarak yaratıldığı ve “Yaratıcısı tarafından bazı devredilemez haklarla donatıldığı” inancı gelmektedir. Henry Kissinger bile başyapıtı Diplomasi'de “Amerika'nın özgürlük fikrinin evrensel uygulanabilirliği konusunda ısrar etmemesi halinde kendisine sadık kalmayacağını” kabul etmiştir.

İnsan hakları ile ulusal çıkarlar arasında özünde bir çelişki bulunmamaktadır; asıl zorluk, bunların uygulamada tutarlı bir şekilde uyumlaştırılmasında yatmaktadır. Doğru dengeyi kurmak her zaman bir bilimden ziyade bir sanat olacaktır. Ödünleşim kaçınılmazdır ve insan hakları yüksek bir öncelik olsa da hiçbir zaman tek öncelik olmayacaktır. Ancak üç temel ilke, politika yapıcıların daha gerçekçi ve etkili bir insan hakları stratejisi geliştirmelerine yardımcı olabilir.

Medeni ve Siyasi Hakların Vurgulanması

İlk olarak, Amerikan insan hakları politikası; ifade, din, toplanma ve basın özgürlükleri; mülkiyet hakları, kölelik, işkence ve keyfi gözaltı yasakları da dahil olmak üzere medeni ve siyasi hakları vurgulamalıdır. Bu temel özgürlükler, her bireyin Tanrı vergisi haysiyeti nedeniyle sahip olduğu doğal haklara dayanır ve gelişen toplumların temelini oluşturur. Bu haklar, Amerika'nın kurucu ilkelerinin ve anayasal geleneklerinin merkezinde yer alır ve uzun vadeli bir strateji için gerekli olan Amerikan halkının geniş desteğine sahiptir.

Medeni ve siyasi haklar, aynı zamanda vatandaşlara haklarını koruma ve anlaşmazlıkları barışçıl bir şekilde çözme yolları sağlayan demokratik kurumlar için de ön koşuldur. ABD'nin insan hakları politikası, diğer hükümetleri bu medeni ve siyasi haklara saygı göstermeye ve bunları korumaya teşvik etmeye odaklanmalıdır.

Böylece vatandaşlar, kendi vicdanları ve değerleri tarafından yönlendirilen tartışmalara gerçekten anlamlı biçimde katılabilirler. Ayrıca, bu temel haklara saygı gösteren meşru demokratik süreçler yoluyla alınan kararlara da saygı göstermeye hazır olmalıyız. Her ülkenin demokrasiye geçmesini bekleyemeyiz, ancak otokratik rejimlerde medeni ve siyasi haklar konusunda kaydedilecek aşamalı ilerlemeler bile bireyler için somut faydalar yaratabilir ve daha özgür ve açık bir uluslararası sistemi teşvik edebilir.

Bu yaklaşım, ABD’yi dünyayı kendi suretimizde yeniden yaratma gibi savunulamaz bir yükten kurtarmakta; bunun yerine, insan haklarının ters tepen kültürel emperyalizm yerine daha büyük bir jeopolitik demokratik çoğulculuğa kaynaklık etmesini sağlamaktadır.

Evrensel İlkeleri Ulusal Egemenlikle Uzlaştırmak

İkinci olarak, egemen ulus-devletler, bu temel hakların güvence altına alınması için en iyi yol olmaya devam etmektedir. Peter Berkowitz’in haklı olarak belirttiği gibi, evrensel ilkeler ile ulusal egemenlik arasında bir seçim yapmamız gerektiğini öne sürmek hatadır. Amerikan insan hakları politikası, tıpkı Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptığı gibi, diğer ulusları da vatandaşlarının doğal haklarını korumak için kendi yasal geleneklerinden, miraslarından ve dini inançlarından yararlanmaya teşvik etmelidir.

Çin gibi bazı ülkeler, egemenliği insan hakları ihlalleri için bir bahane olarak kullansa da, sorun egemenliğin kendisi değil, onun yanlış uygulanmasıdır. Ulusal siyasi topluluklar, vatandaşlarına karşı ulus ötesi organlardan daha fazla sorumludur ve kararlar mümkün olduğunca, birincil olarak etkilenenlere yakın bir şekilde alınmalıdır.

İnsan hakları diplomasisini egemen ulus-devletlere dayandırmak, ABD’yi daha sağlam bir diplomatik zemine oturtacaktır. Bazen geniş destekten yoksun, siyasallaşmış gündemleri teşvik eden ulus ötesi organlar aracılığıyla diğer ulusların güvenlik ve ekonomik çıkarlarını atlatmaya çalışmak yerine, hakların güçlendirilmesinin diğer çıkarlarla birlikte çalıştığı fırsatları belirleyen yapıcı bir diplomasi yürütmeliyiz.

Nihayetinde, her bir ulusun kendine özgü kültür ve geleneklerine dayanan ve gerçekten evrensel ilkelerle tutarlı olan insan haklarının ilerletilmesine yönelik adımlara öncelik verilmesi, daha kalıcı bir ilerleme sağlayacaktır.

Tehdidi Anlamak

Üçüncü olarak, insan haklarına yönelik en büyük tehdit; Çin, Rusya ve İran’dan oluşan revizyonist eksenin hâkim olduğu bir dünyadır. Bu nedenle insan haklarına, büyük güçlerin rekabeti merceğinden bakmalıyız. Jakub Grygiel, “rakiplerimizin sadece ekonomik ya da askeri gücümüze karşı çıkmadıklarını, aynı zamanda siyasi düzenimizin temelini oluşturan ilkelere de düşman olduklarını” belirtmektedir. Eğer küresel güç dengesi, soykırımcı Çin Komünist Partisi, Kremlin’in kleptokratları ve Tahran’ın terör destekçisi Ayetullahları lehine değişirse; insan onuruna saygı zarar görecek, baskılar artacaktır.

ABD’nin insan hakları politikasının en büyük başarısızlıklarından biri, münferit hak ihlali vakalarına odaklanmak yerine daha geniş stratejik rekabetin bir parçası olan ihlal kalıplarına odaklanmamasıdır. En kötü anlarımızda, zalim büyük güç düşmanlarımızın, küresel zorluklara karşı iş birliği arzumuzu paylaşmaya ikna edilebileceklerine dair yanlış bir umut gözümüzü kör etmiştir. Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletleri, insan hakları ihlallerini çoğu zaman suçlunun jeopolitik gücüyle ters orantılı biçimde ele almıştır.

Başkan Reagan, Sovyetler Birliği’ne karşı büyük güç rekabetini, insan haklarının küresel olarak bağlı olduğu belirleyici faktör olarak tanımlayarak ve “Marksizm ve Leninizmi tarihin kül yığınında bırakmak” için tasarlanmış bir insan hakları stratejisine sahip olarak dikkate değer bir istisna oluşturmaktadır.

 

Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, bugün de temel hak ve özgürlükleri savunabilmemiz ABD'nin büyük güçlere sahip rakiplerinin üstesinden gelmesine bağlıdır. Bu gerçeğin bilincinde olarak, ordunun büyüklüğünü ve gücünü arttırmak, başarılı bir insan hakları stratejisi için elzem olacaktır.

 Ayrıca demokrasi olmayan ya da haklara saygısı eksik olan müttefik ve ortaklarımıza karşı da incelikli bir yaklaşım sergilemeliyiz. Açık yüreklilikle konuşmalı ve ilerlemeyi teşvik etmeliyiz, ancak müttefiklerimizin Çin ve Rusya’nın kucağına itilmeleri halinde reform yapma ihtimallerinin daha düşük olduğunu da kabul etmeliyiz.

Revizyonist düşmanlarımızın küresel düzeni yeniden şekillendirmesini önlemek için güçlü ittifaklar gereklidir ki bu da dünya genelinde insan haklarına tamamen zarar verecektir. Ayrıca, yayılmacı çabalarını köreltmek için (genellikle baskıcı politikalarının neden olduğu) iç istikrarsızlıklarını ortaya çıkarmanın ve şiddetlendirmenin yollarını bularak mücadeleyi düşmanlarımıza götürmeye hazır olmalıyız.

Sonuç

Önümüzdeki yıllarda ABD'li politika yapıcılar, insan hakları arayışının değişen jeopolitik gerçeklerle dengelenmesi gereken, giderek daha karmaşık bir dünyayla karşı karşıya kalacaklardır. Ancak insan hakları stratejimizi kurucu ilkelerimize dayandırarak, ulusal egemenliğin önemini kabul ederek, büyük güç rekabetine odaklanarak ve sınırlarımız dahilinde hareket ederek; Amerika bir kez daha insan haklarını bir sürtüşme noktası olmaktan ziyade stratejik bir değer haline getirebilir.

Hem ahlaki netlik ve stratejik öngörü ile hem de ulusal çıkarlarımız ve ulusal karakterimizle tutarlı bir şekilde liderlik etmeliyiz. Senatör John McCain'in The Restless Wave adlı kitabında belirttiği gibi, “Daha fazla yerde daha fazla insanın insan haklarının güvence altında olduğu bir dünya sadece daha adil bir dünya değil, aynı zamanda daha güvenli bir dünyadır. Temel çıkarlarımız için, dünyayı daha özgür ve daha adil hale getirmek için uzun ve sabırlı bir çaba göstermeye devam etmeliyiz.”

Kaynak: Providence Magazine

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.



DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.