ERDOĞAN'IN SİYASİ STRATEJİSİ

System.Web.UI.WebControls.Label / ERDOĞAN'IN SİYASİ STRATEJİSİ / ERDOĞAN'IN SİYASİ STRATEJİSİ / hamaset.com.tr

8 Mart 2025 Cumartesi

Çeviren:Haber Merkezi |

27 Şubat 2025 tarihinde terör örgütünün hapisteki lideri Abdullah Öcalan, örgütün silah bırakması, dağılması ve Türk devletiyle bütünleşmesi için çığır açan bir çağrıda bulundu. Bu önemli açıklama, on yıllara yayılan, 40.000'den fazla can alan ve bölgenin siyasi manzarasını şekillendiren bir çatışmanın sonunu getirebilir.

ERDOĞAN

Yazar: Paulo Aguiar

Çeviri: M. Hulusi Cengiz

İhtiyatlı bir iyimserlik olsa da barış sürecinin geleceği, özellikle geçmişteki girişimler, Kürt siyasetinin iç karmaşıklığı ve daha geniş bölgesel jeopolitik göz önüne alındığında belirsizliğini koruyor. Bu açıklama sadece PKK'nın silahlı mücadeleyi bırakmasıyla ilgili değil, aynı zamanda Türkiye ile Kürt nüfusu arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması olasılığıyla da ilgili olup hem iç siyaseti hem de bölgesel ittifakları etkileyecektir.
 

Kilit Gelişmeler

Öcalan'ın açıklaması, her biri derin siyasi ve askeri sonuçlar doğuran bir olaylar zincirini başlattı. Kürt yanlısı Türk yasa koyucular, PKK'nın artık eskisi gibi tarihsel, sosyolojik ya da ideolojik bir öneme sahip olmadığını vurgulayarak Öcalan'ın mesajını kamuoyuna okudular. Hükümetin bu kabulü sadece sembolik değildi, aynı zamanda örgütün hem Türk vatandaşları hem de uluslararası toplum nezdinde modasının geçtiğine dair daha geniş kapsamlı bir çabaya işaret ediyordu.

PKK Yürütme Komitesi'nin 1 Mart 2025'te ateşkes ilan ederek verdiği hızlı yanıt, Öcalan'ın direktifiyle güçlü bir uyum içinde olduğunu göstermiş ve örgütün önceliklerinde bir değişime işaret etmiştir. Tarihsel olarak, PKK'nın Kandil Dağları'ndaki askeri liderliği Öcalan'ın direktiflerinden görece bağımsız hareket etmiştir, ancak bu kez ateşkes konusundaki hızlı kararlılıkları daha önce görülmemiş düzeyde bir iç uyumu ortaya koymuştur. Bazı grupların hala çekinceleri olsa da liderliğin resmi tutumu şiddet içermeyen bir çözümü keşfetme isteğine işaret ediyor.

Ankara bu adımı memnuniyetle karşılamış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Öcalan'ın talebini terör bariyerinin yıkılması için “tarihi bir fırsat” olarak nitelendirmiştir. Bu açıklama, PKK'nın silahsızlanması ve dağılması koşuluyla, barışçıl bir çözüm arayışına yönelik bir istekliliğe işaret etmektedir.

Hükümetin ateşkesi desteklemesi, PKK'nın operasyonel kapasitesini zayıflatırken siyasi çözümlere açık kapı bırakan ikili bir yaklaşım olan askeri baskı ile seçici angajmanı birleştiren daha geniş stratejisini yansıtmaktadır. AK Parti ateşkesi bir tavizden ziyade bir fırsat olarak çerçeveleyerek milliyetçi seçmen tabanının desteğini korumayı ve aynı zamanda Kürt siyasi gruplarıyla diplomatik kanalları açık tutmayı amaçlıyor.
 

Bölgesel Etkiler

Bu gelişmenin etkileri Türkiye'nin sınırlarının çok ötesine uzanabilir ve bölgesel jeopolitiği yeniden tanımlayabilir. PKK'nın silahsızlandırılması Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerini, özellikle de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile olan ilişkilerini yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir. Türkiye uzun zamandır bu grupları PKK'ya bağlı gruplar olarak görüyor ve destekleri konusunda ABD ile anlaşmazlık yaşıyor.

Bu mesele yıllardır ABD-Türkiye ilişkilerini geriyor

YPG'yi Washington DAİŞ’e karşı mücadelede önemli bir müttefik olarak görürken Ankara YPG'yi bir güvenlik tehdidi olarak değerlendiriyor. Türkiye'nin Kürt sorunu konusundaki tutumunu değiştirmesi, daha geniş bölgesel güvenlik konularında ABD ve NATO ile daha fazla iş birliğine kapı açabilir. Çözüm aynı zamanda Türkiye'nin Suriye'de insani krizlere yol açan ve diplomatik ilişkileri daha da karmaşık hale getiren askeri harekatlara olan ihtiyacını da azaltabilir.

Buna ek olarak, PKK'nın Irak'taki varlığının geleceği de özellikle Türkiye-Irak ilişkileri bağlamında yeniden tanımlanabilir. Tarihsel olarak kuzey bölgeleri üzerinde tam egemenlik sağlamakta zorlanan Irak hükümeti kendisini Türkiye ile daha uyumlu bulabilir.

Ankara'nın Irak'ta PKK'ya karşı sürdürdüğü askeri operasyonlar Bağdat'ın eleştirilerine neden olsa da PKK'nın dağılması ya da önemli ölçüde zayıflaması iki ülke arasındaki güvenlik düzenlemelerinin yeniden düzenlenmesine yol açabilir.

Dahası, zayıflamış ya da dağılmış bir PKK, her biri Kürt grupları bölgesel çatışmalarda jeopolitik araç olarak kullanmış olan Türkiye, ABD, İsrail ve çeşitli Arap devletleri arasındaki güç dinamiklerini değiştirecektir.

Örneğin İsrail, İran'ın vekil gruplarına karşı potansiyel tampon olarak Suriye ve Irak'taki Kürt özerk bölgelerini tarihsel olarak desteklerken, İran da Türkiye'nin bölgedeki çıkarlarına karşı koymak için Kürt gruplardan faydalanmıştır.

PKK sorununun çözümü, uzun süredir devam eden bu dinamikleri değiştirebilir ve potansiyel olarak bölgesel oyuncuları stratejilerini yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir.

 

Türkiye içinde, yenilenmiş bir barış süreci ihtimali

Kürt nüfusu için siyasi ve sosyal entegrasyona giden bir yol sunabilir ve kültürel haklar, temsiliyet ve ekonomik fırsatlar konusunda uzun süredir devam eden şikayetleri ele alabilir. Ancak Türk hükümetinin bu yönde anlamlı adımlar atmaya istekli olup olmadığı önemli bir soru olmaya devam etmektedir. Daha önceki barış çabalarının da gösterdiği gibi, silahlı çatışmaların sona ermesi tek başına Türkiye'deki Kürtler için siyasi ve sosyal hakların iyileştirilmesi anlamına gelmiyor.

Hükümetin silahsızlanma sonrası müzakereleri ele alış biçimi, bu çabanın gerçek bir uzlaşmaya mı yoksa sadece şiddetin kısa süreli olarak durdurulmasına mı yol açacağını belirlemede kritik bir rol oynayacaktır. Ankara'nın gerçek siyasi reformları hayata geçirememesi halinde Kürt nüfusu arasında yaşanacak hayal kırıklığı uzun vadede daha fazla istikrarsızlığa yol açabilir. Eski PKK militanlarının ve etkilenen Kürt topluluklarının ana akım Türk toplumuna yeniden entegre edilmesinin ekonomik boyutu da kalıcı barışın sağlanmasında önemli bir faktör olacaktır.
 

Barış Sürecindeki Engeller

Bu girişimi çevreleyen umuda rağmen, birçoğu Türkiye'nin siyasi ve sosyal dokusunda derin kökleri olan önemli engeller varlığını sürdürmektedir. En büyük zorluklardan biri, Kürt kimliği ve siyasi temsilinin son derece hassas konular olmaya devam ettiği Türkiye'deki yasal ve anayasal ortamdır. Herhangi bir anlamlı çözüm, Kürtçe'nin eğitim ve yönetimde kullanılması da dahil olmak üzere azınlık haklarını resmen tanıyan anayasal reformların yanı sıra Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler için daha fazla siyasi özerklik gerektirecektir. Ancak Türk siyasetindeki güçlü milliyetçi akımlar bu tür değişiklikleri zorlaştırıyor, zira Kürtlerin taleplerine verilen herhangi bir taviz hem hükümet içindeki hem de kamuoyundaki milliyetçi grupların direnişiyle karşılaşıyor.

Bir diğer önemli mesele de Öcalan'ın PKK'nın Kandil Dağları'ndaki askeri liderliği üzerindeki gerçek etkisi.

Öcalan PKK'nın sembolik lideri olmaya devam ederken, operasyonel komuta kademesi zaman zaman bir dereceye kadar özerk hareket etmiştir. PKK komutanlarının Öcalan'ın silahsızlanma direktifine ne ölçüde uyacakları belirsizliğini korumaktadır. PKK içindeki grupların bu hamleye direnmesi, alternatif ittifaklar araması ya da karşılığında daha fazla taviz talep etmesi halinde süreç hızla tıkanabilir ve barış girişimini reddeden ve silahlı direnişe devam eden ayrılıkçı grupların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Ayrıca, Türk hükümetinin muhalif gruplara ve Kürt siyasi örgütlerine yönelik devam eden baskıları, gerçek müzakerelerin özgür ve açık bir siyasi ortamda yapılıp yapılamayacağı konusunda endişelere yol açıyor. Pek çok Kürt siyasetçi terörle bağlantılı oldukları iddiasıyla halen tutukludur ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) gibi Kürt yanlısı partiler, siyasi sürece katılma kabiliyetlerini zayıflatan yasal zorluklar ve kısıtlamalarla karşı karşıyadır. Kürt siyasi seslerinin müzakerelere dahil edilmesini sağlayacak anlamlı adımlar atılmadığı takdirde, barış sürecinin tek taraflı ve nihayetinde sürdürülemez olarak algılanması riski bulunmaktadır.

Eğer Türkiye duruma daha geniş bir demokratikleşme çabasının parçası olarak değil de sadece bir güvenlik meselesi olarak yaklaşırsa, herhangi bir barış anlaşmasının uzun vadede sürdürülebilirliği sorgulanmaya devam edecektir. Gerçek bir çözüm için Ankara'nın askeri gerilimi azaltmayı, çatışmanın temel nedenlerini ele alan yasal ve siyasi reformlarla dengelemesi gerekecektir. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelere yapılacak ekonomik yatırımlar, eski PKK üyelerinin sivil hayata yeniden entegrasyonu ve siyasi baskılara karşı koruma sağlanması kalıcı barışı teşvik etmek için elzem olacaktır. Bu unsurlar olmadan silahsızlanma süreci, onlarca yıllık çatışmaya gerçek bir çözüm getirmek yerine geçici bir ateşkes olma riskini taşır.
 

Tarihsel Paralellikler ve Devlet Bahçeli'nin Rolü

Bu süreçte özellikle ilginç bir değişim, tarihsel olarak PKK'ya karşı sert bir duruş sergilemiş olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli'nin rolü olmuştur. Bahçeli on yıllardır Kürt isyanı ile herhangi bir müzakerenin en sert karşıtlarından biri olmuş ve Türkiye'nin egemenliğine yönelik bir terör tehdidi olarak gördüğü bu durumun ortadan kaldırılması için tamamen askeri bir yaklaşımın benimsenmesini savunmuştur. Ancak son manevrası, milliyetçi hedeflerle reelpolitik kaygıları iç içe geçiren daha hesaplı bir stratejiye işaret ediyor.

Bahçeli 22 Ekim 2024'te Öcalan'ın TBMM'de konuşma yapmasına izin verilmesini önererek bu hamleyi bir taviz olarak değil, PKK'yı içeriden çökertmeyi amaçlayan bir terörle mücadele stratejisi olarak çerçeveledi. Bu duruş, önceki söylemiyle tam bir tezat oluşturuyor ve milliyetçi bloğun Kürt meselesine yaklaşımında bir değişime işaret ediyor.

Bahçeli'nin bu hamlesi, angajman olasılığını açıkça reddetmekten ziyade, çatışmaya getirilecek herhangi bir çözümün Kürtlerin siyasi isteklerine zemin hazırlamaktan ziyade Türk devletinin çıkarlarıyla uyumlu olmasını sağlayarak anlatıyı kontrol etme girişimine işaret ediyor. Önerisi, askeri gücün tek başına PKK'yı tamamen ortadan kaldırmadığının ve sıkı koşullar altında yürütülmesi halinde siyasi bir stratejinin daha etkili olabileceğinin kabul edildiğini yansıtıyor.

Bu hamle, stratejik ittifakların bölgesel güç yapılarının şekillenmesinde önemli bir rol oynadığı 1515 yılında Osmanlılar ile Kürt aşiret liderleri arasında yapılan anlaşmayla tarihsel karşılaştırmalar yapılmasına yol açıyor. O dönemde Osmanlılar Kürt liderleri kendi yönetimlerine entegre ederek Safevilere karşı sadakatleri karşılığında onlara yerel özerklik vermişti.

Mevcut durum, bağlam açısından büyük ölçüde farklı olsa da aynı ilkeyi yansıtıyor- iktidarı pekiştirmek için siyasi pragmatizmden yararlanmak. Bahçeli'nin katılımı, Türkiye'deki milliyetçi grupların gelişmelere tepki vermekle yetinmeyip, barış sürecini devletin otoritesini güçlendirecek ve Kürtlerin Türk çerçevesine entegrasyonun ötesinde kendi kaderlerini tayin etme ihtimallerini ortadan kaldıracak şekilde şekillendirmek için aktif olarak çalıştıklarını gösteriyor.

Bahçeli, girişimi bir barış teklifinden ziyade bir terörle mücadele önlemi olarak konumlandırarak, milliyetçi duyguların sağlam kalmasını sağlarken, Türkiye'nin en uzun süredir devam eden çatışmalarından birini kendi koşullarında sona erdirebilecek bir stratejiyi ilerletiyor.
 

Geleceğe Bakış

Bu girişimin kalıcı bir barışa mı yoksa yeni bir çatışmaya mı yol açacağını birçok faktör belirleyeceğinden, önümüzdeki yol belirsizliklerle doludur. PKK'nın silahsızlanmayı tam olarak taahhüt etmesi, Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir dönem başlatabilir, ekonomik fırsatlar, siyasi uzlaşma ve bölgesel gerginliklerin azalması için kapılar açabilir. Tam bir silahsızlanma ve yeniden entegrasyon süreci, eski PKK üyelerine uyum sağlamak ve Kürtlerin Türkiye içinde anlamlı bir siyasi temsilini sağlamak için önemli yasal ve yapısal reformlar gerektirecektir. Ancak hem Türk hükümetinin hem de Kürt liderliğinin siyasi iradesinin derecesi sonucun şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Öte yandan, PKK içindeki bazı grupların bu hamleye direnmesi halinde Türkiye, özellikle Kuzey Irak ve Suriye'de yoğunlaştırılmış askeri operasyonlarla karşılık verebilir ve bu da potansiyel olarak daha fazla istikrarsızlığı tetikleyebilir. Silah bırakmayı reddeden ayrılıkçı gruplar çatışmayı uzatabilir, bu da Türk güçlerinin sınır ötesi operasyonlarının devam etmesine ve komşu hükümetlerle gerilimin tırmanmasına yol açabilir. Düşük yoğunluklu gerilla savaşının yeniden başlama ihtimali, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeleri daha da istikrarsızlaştırabilir ve daha geniş kapsamlı barış girişimlerini zorlaştırabilir.

Başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri olmak üzere uluslararası toplumun tepkisi de sonuçların şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Bazı Batılı hükümetler bölgedeki Kürt grupları desteklemiş olsa da başarılı bir silahsızlanma diplomatik dinamikleri değiştirebilir, dış yardımları, askeri iş birliğini ve bölgesel ittifakları etkileyebilir.

 Uzun süredir Türk-Kürt çatışmasına barışçıl bir çözüm bulunması çağrısında bulunan Avrupa ülkeleri, barış sürecinin bir parçası olarak demokratik reformları hayata geçirmesi için Türkiye üzerindeki baskıyı artırabilir. Benzer şekilde ABD'nin de Suriye ve Irak'taki stratejik ortaklıklarını, özellikle de tarihsel olarak PKK ile müttefik olan Kürt gruplara verdiği desteği yeniden değerlendirmesi gerekebilir.
 

Kürt Meselesi Dönüm Noktasında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu süreci nasıl ele alacağı, daha geniş siyasi hedeflerine derinden bağlı. Kürt meselesinin başarılı bir şekilde çözülmesi Erdoğan'a güçlü bir siyasi zafer sağlayabilir ve 2028'de yeniden seçilebilmesini sağlayacak anayasa değişikliklerine yönelik çabalarını güçlendirebilir.

 Erdoğan kendisini Türkiye'nin en uzun soluklu çatışmalarından birini sona erdiren lider olarak konumlandırarak, sadece milliyetçi tabanından değil, aynı zamanda tarihsel olarak iktidar partisi ile Kürt yanlısı muhalefet grupları arasında gidip gelen ılımlı ve muhafazakâr Kürt seçmenlerden de daha geniş bir destek alabilir.

Ancak milliyetçi grupların muhalefeti ya da PKK ile yeniden başlayan çatışmalar bu çabaları zorlaştırabilir. Erdoğan'ın koalisyon ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) uzun zamandır PKK'ya karşı sert bir duruş sergiliyor ve Kürt hareketine verilecek herhangi bir taviz Devlet Bahçeli ile olan ittifakını zora sokabilir.

Erdoğan tarihsel olarak pragmatik bir tutum sergilemiş, Kürt meselesindeki duruşunu siyasi hesaplara göre değiştirmiştir ve bu an da bir istisna değildir. Erdoğan 2010'ların başında Kürt siyasetini Türkiye'nin ana akımına entegre etmeyi amaçlayan bir barış sürecine öncülük etmiş, ancak bu girişim 2015'te tırmanan şiddetin ortasında çökmüştü.

Şimdi, Türkiye askerî açıdan daha güçlü bir konumdayken, yeni bir barış sürecini mirasını pekiştirmek ve siyasi hakimiyetini genişletmek için bir araç olarak görüyor olabilir. Milliyetçi tabanın talepleri, Kürtlerin siyasi istekleri ve bölgesel jeopolitik arasında denge kurma becerisi sadece kendi siyasi geleceğini değil, barış sürecinin gidişatını da belirleyecek.

Nihayetinde Erdoğan'ın yaklaşımını, Kürt meselesinin çözümünün hem ülke içinde hem de Türkiye'nin Orta Doğu'daki etkisini şekillendirmede uzun vadeli çıkarlarına hizmet edeceğine inanıp inanmadığı belirleyecek.

Kaynak: Geopolitical Monitor

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.
 


DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.